Yalnızlık bilimsel olarak, kişinin yakınlık gereksinimini karşılamaması ve çevresindeki sosyal yaşamın hem sayı hem de nitelik olarak kişisel tercihlerine uymaması gibi nedenlerle yaşanan acı verici deneyim olarak tanımlanmaktadır. Yalnızlık kimi zaman tercih edebileceğimiz ve kendi benliğimizi keşfetmemizi sağlayan bir durumken kimi zaman da kendimizi duygusal olarak kötü hissetmemize neden olabilecek bir durum haline gelmektedir. Yapılan çalışmalara göre yalnızlığın, sadece psikolojik sağlığımızı değil aynı zamanda fiziksel sağlığımızı da olumsuz etkileyen bir biyolojik etki gösterdiği bulunmuştur. Araştırmalara göre gelişmiş ülkelerdeki nüfusun yaklaşık olarak üçte biri yalnızlık problemi yaşamakta ve en fazla genç ve yaşlı nüfusta görülmektedir.
Yalnızlığın sağlığımızda oluşturduğu etkileri inceleyen araştırmalara göre, vücudumuz sosyal olarak iletişim içinde olmak istemektedir.
Society for Personality and Social Psychology’de yapılan bir çalışmada Lisa Jeremka ve ekibi, yalnızlığın bağışıklık sistemine olan etkisini araştırmak için, duygusal olarak yalnız ve yalnız olmayan bireyleri karşılaştırmışlardır. Bunun için yaş ortalamaları 51 olan bir grup gönüllü, hem yalnızlıkla ilgili sorular içeren bir anket doldurmuş hem de antikor analizlerine tabi tutulmuştur. Karşılaştırma sonucuna göre yalnız olan bireylerde, sosyal iletişimi güçlü olan bireylere kıyasla, vücutlarındaki virüslerin kendilerini tekrarlı olarak hasta etmelerinin daha yüksek oranda olduğu ortaya çıkmıştır. Antikor analizleri sonucunda, bireyler kendini ne kadar yalnız hissediyorsa vücudundaki Sitomegalovirüs’e karşı üretilen antikor sayısının da o kadar fazla olduğu tespit edilmiştir. Hatta çalışma, yalnız olan bireylerde kalp hastalığına ve diğer yaygın kronik hastalıklarla bağlantılı olan inflamatuar hastalıklara yakalanma oranlarının yalnız olmayan bireylere göre daha yüksek olduğunu da göstermektedir. Bunun nedeni ise yalnızlığın, bireylerde stres duygusuna neden olması ve bunun sonucunda strese tepki olarak inflamatuar bileşiklerin oluşma olasılığının artış göstermesidir. Jeremka, hem virüs hem de stres faktörlerinin her ikisinin de, bağışıklık sisteminin olması gerektiği gibi aktif olmadığına dair bir ipucu niteliğinde olduğunu ve sosyal olarak insanlardan kopuk hisseden bireylerde kronik hastalıklara yakalanma oranının yüksek olduğunu ve virüslerin kontrol altında tutulmasının zor olduğunu belirtmiştir.
Lisa Jeremka ve ekibi yaptığı ikinci bir çalışmada, geçmişinde meme kanseri tedavisi görmüş ve iyileşmiş bireyler ve obez bireyler olmak üzere 2 farklı grup insanlarla çalışmıştır. Tüm bireylerden kan örneği alınarak sitokin adı verilen inflamatuar proteinleri analiz edilmiştir. Ayrıca tüm bireyler panelde konuşma yapmış ve zihinsel matematik problemleri çözmüşlerdir. Araştırma sonunda, yalnız olan bireylerin konuşma yaparken daha fazla strese girdikleri ve kanlarındaki sitokin seviyesinin yüksek olduğu gözlemlenmiştir. Sitokin proteinleri iltihaplanmayla ilişkili bir proteindir, kandaki seviyesinin aniden hızla artması kronik iltihap, koroner kalp rahatsızlığı, artrit ve tip 2 diyabet ile ilişkilendirilmektedir. Bu çalışma sayesinde duygusal olarak yalnız olmanın, kandaki sitokin değerlerini yükselttiği ve sağlığı olumsuz etkilediği görülmektedir.
Uzun yıllardır kronik stresin vücudumuzda iltihaplanmaya neden olduğu ve bağışıklık sistemini olumsuz etkilediği bilinen bir durumdu. Ancak yapılan bu çalışmalarla, yalnızlığın başlı başına kronik strese neden olduğu ve dolayısıyla bir zincir gibi ilerleyerek birçok hastalığın oluşmasına neden olduğu görülmüştür.
Daha önceki bilimsel araştırmalar, her bireyin gelişebilmesi için çevresindeki insanlarla sosyal olarak iletişimde olması gerektiğini ve iletişimde olmayan bireylerin sürekli olarak stres halinde yaşadıklarını göstermektedir. Duygusal olarak yalnız bireyler hayatın akışı içinde başlarına gelen olumsuz bir duruma karşı duygusal olarak daha dayanıklıdırlar. Fakat dayanıklı olmaları stressiz oldukları anlamına gelmez, yaşadıkları kronik stres hali bağışıklık sistemlerini de doğrudan olumsuz etkilemektedir.
Araştırmacı Lisa Jeremka, kronik yalnızlık sorununu çözmek için yalnız bireylere daha fazla dışarı çıkmalarını ve arkadaş edinmelerini önermenin çözüm olmadığını belirtmektedir. Çünkü bir durumu bir başkasına önermek o durumu gerçekleştirmekten çok daha kolay bir eylemdir. Ayrıca Jeremka, ‘yalnız bireylere yalnızlığın sağlığı olumsuz etkilediği açık bir şekilde anlatıldığı taktirde sosyalleşmek için motivasyon sağlanabilir ve gerektiğinde tedavi almak için ikna edici olabilir’ diyerek bulgularını paylaşmaktadır. Önemli olan, kişinin ailesine ve sevdiklerine yakın olması sayesinde sağlıklarının da daha iyi olduğunu belirtmektir.
Yalnızlık kan dolaşımında stres hormonu olarak bilinen kortizol hormonu seviyesini ve kan basıncını yükseltir. Artan kan basıncı kalp krizi ve felç gibi sağlık sorunlarına yol açmaktadır. Yapılan bir çalışmaya göre yalnızlık, dolaşım sisteminin işleyişini bozmaktadır. Dolayısıyla kalp kası daha fazla çalışmakta ve kan akış türbülansı sonucu kalp damarları tahrip olmaya başlamaktadır.
Cole ve ekibinin yaptığı çalışmada, yalnız bireyler geceleri daha fazla uyku problemi yaşamakta ve kaliteli olarak uyuyamamaktadır. Kalitesiz uyku gün içinde hem fiziksel hem de psikolojik olarak yıpratıcı olmaktadır.
Chicago Üniversitesi sosyal psikoloğu John Cacioppo tarafından yapılan bir araştırmada yalnız bireylerin, kendi sosyal etkileşimlerini olumsuz değerlendirmeye daha meyilli oldukları, tanıştıkları yeni insanlar üzerinde de olumsuz bir izlenim oluşturdukları gözlemlenmiştir. Sosyal bağlantıların yıpranması, beynin sosyal tehditlere karşı tetikte olmasına ve alarma geçmesine neden olmaktadır. Yalnızlık diğer insanlar tarafından olumsuz davranışa maruz kalındığında aşırı tepki göstermeye neden olmakta ve davranışları olduğundan daha olumsuz görmeye neden olmaktadır. Bu durumda kişiler sosyal ortamlardan daha fazla kopmakta ve derin bir yalnızlığa gömülmektedir. Bu durumun nedeni yalnızlık duygusunun kişiyi sadece mutsuz değil aynı zamanda hem zihinsel hem de fiziksel olarak güvensiz hissettirmektedir.
Cacioppo ve ekibi yaptıkları geniş çaplı araştırma sonucunda, yalnızlığı tedavi etmek için; yalnız bireylerin dünyayı daha olumlu bir bakış açısından bakmasını sağlamak, iletişim konusunda eğitimler vermek ve sosyal becerilerinin gelişmesi için insanları bir araya getirmek olduğunu bulgularına ulaşmışlardır. Birçok insanın zaman zaman hissettiği yalnızlık duygusu kronik hale gelmediği taktirde genellikle altı ay içerisinden geçmektedir. Fakat kronikleşmiş yalnızlık daha farklı tedavi yöntemleri gerektirmektedir.
Cacioppo yaptığı farklı araştırmalarda, yalnızlık duygusunun atardamarları sertleştirdiğini, iltihap oluşumunu artırdığını, öğrenme ve hafızada sorunlara neden olduğunu bulmuştur. Hatta araştırma için meyve sineklerini izole ettiğinde, sineklerin sağlığı olumsuz etkilenmiş ve daha erken dönemde ölmüşlerdir.