Birçoğumuz pazartesi günü ya da yaz mevsimi yaklaştığında “diyete başlayacağım” cümlesini kurmuşuzdur. Peki bu diyeti, insanların zayıflamasına yardımcı olan mikroorganizmaları tüketerek yapabileceğiniz aklınıza gelmiş miydi?
Probiyotikler 1900’lü yılların başından günümüze kadar büyük bir araştırma konusudur. Probiyotikler, kısaca “vücut için faydalı mikroorganizmalar” olarak tanımlanabilmektedir. Yapılan araştırmalar sonucunda, probiyotiklerin kanserojen hücrelerin oluşumunu engellediği ve patojen mikroorganizmaların zararlı etkilerini azalttığı sonucu ortaya çıkmıştır. Bunun yanı sıra, bağırsak ve bağışıklık sistemi için oldukça yararlı olduğu bilinmektedir. Son yıllarda yapılan çalışmalar sonucunda ise, bu faydalara ek olarak probiyotiklerin aynı zamanda zayıflama konusunda yardımcı olabileceği görülmüştür.
Vücudun mikrobiyotasında (vücutta yaşayan mikroorganizmaların tamamı) yararlı ve zararlı olmak üzere pek çok mikroorganizma bulunmaktadır. Öyle ki, bu mikroorganizmaların toplam miktarı vücudu oluşturan hücrelerin toplamından bile daha fazladır. Sağlıklı bir yaşamı devam ettirmek için bu mikroorganizmaların vücutta belirli bir oranda bulunması gerekmektedir. Tahmin edilebileceği üzere, insan sağlığı bu mikroorganizmaların oluşturduğu dengeden fazlasıyla etkilenmektedir. Vücudun dengesinde yaşanan olumsuz bir değişiklikte ilk olarak bağırsak sistemi olumsuz etkilenmektedir. İlerleyen süreçlerde ise metabolizmada yaşanan herhangi bir aksaklık, psikolojik sorunlar başta olmak üzere birçok soruna yol açabilmektedir.
Her insanın bağırsak mikrobiyotası farklı bakteri çeşitlerinden oluşmaktadır ve bağırsakta barınan mikrobiyota oranı farklıdır. Bu nedenle, herkesin mikrobiyotası kendine özgüdür. Mikrobiyotayı oluşturan mikroorganizmaların oranı; kişilerin beslenmesi, antibiyotik kullanımı, yaş, coğrafya ve kilo durumu gibi faktörlerden etkilenmektedir.
Yapılan birçok bilimsel çalışmada, fazla kilolu olan ve olmayan insanların mikrobiyotası karşılaştırılmıştır. Fazla kilolu insanların mikrobiyotasında Firmicutes şubesine ait bakterilerin miktarı fazla bulunurken, Bacteroidetes şubesine ait bakterilerin miktarı daha az bulunmaktadır. Fakat fazla kilolu olmayan kişilerde mikrobiyotayı oluşturan bakteri sayısı incelendiğinde, Bacteroides şubesi daha fazla miktarda çıkmaktadır.
Bu sorunun cevabını bulmak için bakterilerle ilgili birçok inceleme yapılmıştır. Sonuç olarak; birbirinden farklı cinslere ait probiyotik bakterilerin, vücudun yağ metabolizması ile ilgili olabileceği görülmüştür. Probiyotikler, gıdalar aracılığıyla alınan ve sindirilemeyen diyet liflerini sindirerek olumlu etki gösteren çeşitli metabolitler oluşturmaktadır. Bu metabolitler, kısa zincirli yağ asitleridir ve en bilinen metabolit bütirattır. Bütirat bilinen en etkili prebiyotiklerdendir. Fareler üzerinde yapılan bir deneyde, şişman farelerin bağırsağından alınan bakteriler, normal kiloda olan farelerin bağırsağına enjekte edilmiştir. Çalışma sonunda, normal kilodaki farelerin kilo almaya başladığı görülmüştür. Bunun nedeni araştırıldığında, Firmicutes bakterisinin vücuda alınan fazla şekeri yağa dönüştürdüğü görülmüştür. Bu nedenle, Firmicutes / Bacteroides oranındaki artışının obeziteye neden olduğu belirlenmiştir.
2014 yılında The British Journal of Nutrition dergisinde yapılan bir çalışmada, yoğurt ve kefir gibi pek çok fermente gıdada bulunan Lactobacillus rhamnosus suşu incelenmiştir. Çalışma sonucunda; günde iki kere L. rhamnosus tableti tüketen kadınların, tüketmeyen kadınlara göre %50 oranında daha fazla kilo verdiği görülmüştür. Bunun sebebi ise; Lactobacillus cinsine ait bakterilerin, gıdalarlarla birlikte alınan yağların bağırsaktan emilimini önleyerek dışkıyla atılmasını sağlamasıdır. Laktobasiller yoğurtta bulunan bakterilerdir. Yapılan farklı bir çalışmada ise; Hafnia alvei HA4597 bakterisiyle tedavi edilen obez farelerde 10 haftalık bir zaman içerisinde vücut ağırlığında bir azalma görülmüş, ayrıca kolesterol seviyelerinde düşüş tespit edilmiştir. Böylece, H. alvei bakterisi ile anti obezite arasında ilişki olduğu gözlemlenmiştir.
Obezite ile mücadelede, diyet ve sporun yanı sıra probiyotik kullanımının da olumlu etkisi görülmektedir. Sağlıklı bir yaşam için probiyotik içeren besinleri tüketmek göz ardı edilmemelidir. Probiyotikler çoğunlukla fermente gıdalarda bulunur, yine de birçok meyve ve sebzenin lifli yapısı bağırsakta yer alan yararlı mikroorganizmaların nüfusuna ve çeşitliliğine katkıda bulunabilir. Turşular ve özellikle lahana turşusu, Kombuça çayı, elma sirkesi, salamura zeytin, yoğurt kefir ve parmesan peyniri probiyotik bakımından zengin besinlerdir. Tüm peynir türleri probiyotik içermez; ancak parmesan peyniri pastörize edilmemiş sütle yapılır ve bakteriler ısıtılarak öldürülmez. Ancak diğer peynirlerin mayalanma süreci farklı olduğu için yüksek ısıya maruz kalması gerekmektedir, bu sebeple probiyotik açısından yeterince zengin değildir.
Probiyotikler kullanılmaya başlandığında hemen etki göstermezler, en az 2 hafta düzenli kullanılmaları bağırsakların bu mikroorganizmalara alışmalarını sağlayacaktır. Ayrıca bağışıklık sistemini baskılayan HIV, AIDS, Sedef gibi hastalığı olan bireylerin probiyotik tüketmesi tehlikeli sonuçlara yol açabilir, doktor kontrolü dışında alınması önerilemez. Aynı durum antibiyotik kullanımı durumunda da geçerlidir, antibiyotikler ile probiyotikler aynı anda kullanılmamalı, aralarında en az 2 saat mola konulmalıdır.